Istırap

Istırap, insan ‘varlık’ları için; gerek dünya hayatında, gerekse ‘spatyom’ hayatında, ‘kıyas bilgisi’ne girilip ders alınmasını sağlayan; böylece ‘öz bilgiler’in kazanılmasında önemli bir rolü bulunan; ‘sevgi plânı’na geçildiği anda yok olacak; kıyas bilgisinin en etkili yardımcısı olan bir bilgi edinme ve ‘inkişaf’ vasıtasıdır. (125, 127, 124, 316, 108)

Istırap “kıyas bilgisine girme”yi sağlayıcı bir vasıtadır. (127) Kıyas bilgisi, öz bilgiyi ve ‘idrak’i genellikle ıstırap yoluyla besler. (125) Ateşi eliyle tutarsa elinin yanıp yanmayacağını henüz idrak edemeyen bir çocuk bunu iki yolla idrak edebilir: Ya kendi eliyle ateşi birkaç kez tutma deneyiminde bulunup, bunun sonucunda duyacağı ıstıraplarla “kıyas bilgisine girme” yoluyla (Gövde bilgiler) ya da bir arkadaşının elinin yanmasından doğacak ıstırap ve reaksiyonları gözlemleme yoluyla (Dal bilgiler). (121, 122, 123)

Biri ıstıraplı, diğeri ıstırapsız iki yol

Öz bilgiler; ‘vicdan’ düalitesinin üst unsurlarının tercih edilmesiyle, müspet yollarda meydana gelmelerine neden olunan olaylarla –direkt olarak, yani şuurlu bir idrakle– artırıldıkları gibi, tersine, vicdan düalitesinin alt unsurları tercih edildiği takdirde, bu kez ıstıraplı ve azaplı sonuçlardan doğan kıyas bilgisi yoluyla –endirekt ve otomatik olarak– artırılırlar. (129-130)

Dünya hayatındaki vicdan azabı, ıstıraplı olayların nedenleri ve vicdan dengesinin aşağılara kaymasının ıstıraplı sonuçları

Vicdan mücadelelerinin en şiddetlileri özellikle “orta insanlık kademeleri”nde (insanlık safhasının orta kademelerinde) yaşanır; bu kademelerdeki insanlar sürekli olarak, bir huzur bir huzursuzluk arasında gidip gelerek yaşarlar. (182) Bu hâller, ‘vicdan’ düalitesinin iki unsuru arasındaki, bâriz olarak ortaya çıkan denge ve dengesizlik durumlarına tekabül ederler. (182) Dengenin kurulması yla gelen huzur, insanı, ‘idrak’i oranında tatminkâr bir duruma sokar; bu sayede o, kendisini problemlerini halletmiş olarak görür. (182) Fakat icaplara ve öz varlığın (Öz varlık) beliren ihtiyaçlarına göre ‘vicdan’ın denge hattı daha yukarılara veya aşağılara doğru bozulmaya başladığı anda keyfi yine kaçar. (182) Yeni bir realite karşısında, eski realitesinin yıkılmak üzere olduğu hissi ona azap (tazip) verir. (182) Bu ıstırap, dengenin bozulma derecesiyle oranlı olarak artar. (182) Bu hâl, her devreye, her kademeye göre farklı mahiyet ve şekiller alır. (182) Bazen –özellikle az ilerlemiş kademelerde– hakiki vicdan azabı hâlinde tecelli eder. (182) Bu azap şekilleri, vicdan dengelerinin aşağı doğru kayışlarında daha çok görülür. (182) Varlığın ileri inkişaf derecelerinde bu tür azaplar olmaz ama, çeşitli teşevvüş hâl ve şekilleri meydana gelir ki, bunlar da az önemli huzursuzluklar sayılmazlar. (182) Vicdanın bencillik denilen reziletlere ait alt kademelerindeki bütün yürüyüşler, belki cehennem kavramıyla dahi ifadesi güç olan, her çeşit azap ve ıstırabı beraberinde taşır. (207) Bütün bu huzursuzluk veya ıstırap hâlleri; vicdan realitelerinin (vicdan mekanizmasının alt ve üst realitelerinin) daha üst seviyelerde denkleşmeleriyle, bu sayede ‘öz bilgiler’in artmasıyla ve insanların, mukadder olan vazife plânlarına (Vazife plânı) yaklaşmalarıyla sonuçlanır. (182)

İnsan, “vazife bilgisi sezgisi”ne (Vazife) ulaşmak, yani ilâhî icaba (Aslî icap) idrakini intibak ettirebilecek, ahenge girebilecek durumlara gelebilmek (Ahenkten olmak) üzere ne kadar ‘cehit’ ve gayret gösterir ve başarılı olursa, ‘vazife plânı’na da o oranda hızlı ve emin olarak yaklaşmış bulunur; böylece dünya hayatının ıstıraplı, ağır kademelerini de o kadar çabuk atlatmış olur. (199) Bir insan, bunu yapmayıp, sürekli olarak ‘nefsaniyet’ine yenilir, ondan kurtulmak cehdini göstermez, geri hislerle, basit düşüncelerle bağdaşıp kalırsa ve dünyayı, mukadderat plânının (Ferdî plân) tatbikatına bir vasıta değil de, nefsaniyetlerinin tatminine bir vasıta sayarak, plânının icaplarını çiğner geçerse, o zaman, onun esasen otomatik (Otomatizma) yürüyen ‘mâşerî plân’ları, hazırlıkları ve hayat şartları; vazifeli yardımcılarca bu hareketlerinin ıslah edilmesi yoluna yöneltilir. (199, 200) O insan, hayat şartlarının birdenbire çatılan kaşları, ekşiyen yüzleri karşısında nedenini idrak etmeden, çok güç durumlara düşmeye başladığını görür; işleri tersine yürümeye başlar, maddi, manevi üzüntüler, acılar birbirini izler. (200)

Genel tekâmül prensipleri, hiçbir varlığın sürekli olarak aşağılara doğru yuvarlanıp gitmesine rıza göstermez. (105) Eğer bir insan, vicdan düalitesinde sürekli olarak menfî zıdda (alt unsura, alt realiteye) değerler göndermek suretiyle dengeyi (iki zıt arasındaki denge seviyesini) hep aşağılara doğru kaydırarak, idrak ve irade özgürlüğünü kötüye kullanmaktan kendisini kurtaramayacak bir duruma girerse, ona yardımla yükümlü (Yükümlülük) olan vazifeli varlıklar, onu yuvarlanmaktan kurtarmak için, gönderdikleri güçlü tesirlerle, derhal onu mecburi bir ‘otomatizma’ya sevk ederler: (105) Yani –insanlığın ilk kademelerinde olduğu gibi– (insanlık safhası) önüne birtakım çekici veya itici, ağır olaylar sürerek idrak ve iradesinin otomatik olarak istenilen üst zıdda yönelmesini sağlamaya çalışırlar. (105) Doğal olarak, az çok zorlayıcı bir karakter taşıyan bu hâl, önceki (üst kademelerdeki) “serbest iradeli hal”de olduğu gibi öyle pek kolaylık içinde cereyan etmez. (105) Aksine, bu otomatik hâlde, otomatizmanın gereği olarak ortaya (o insanın karşısına, önüne) sürülecek sayısız olayın genellikle ıstıraplı ve sıkıcı mahiyetleri, iradesini yola sokuncaya kadar o insana, birçok zahmet, azap ve hatta icap ediyorsa, işkence ve ölümler hazırlar. (105) Tâ ki onun, kendi “serbest hâliyle kullanamadığı iradesi”, istenilen zıt tarafa (vicdan düalitesinin üst zıttına) yönelebilecek kudreti kazanmış olsun. (105)

İşte vicdan düalitelerinin üst unsurlarına yönelmeye yeterli gelecek derecede güçlenmemiş, daha doğrusu alt kademe bilgilerinin tesirlerinden kendilerini kurtaramamış ve vicdanlarının denge seviyelerini yükseltmekten âciz kalmış insanların karşılarına, onların tekâmülleriyle vazifeli olan yardımcı varlı klar, böyle bir sürü olay çıkartırlar; o insanlar da bu olaylardan doğan azap ve ıstırapların etkisi altında, girdikleri kıyas bilgisinden önemli dersler alırlar ki, bu derslerin her biri onların öz bilgilerinin tohumlarını atar. (124)

Yapılması gerekenler ve yöntemler

İşte bir insan herhangi bir huzursuzluk ya da ‘teşevvüş’ ve ıstırap ile karşılaştığı zaman, vicdanı herhangi bir azabın kıvılcımlarıyla yanmaya başladığı zaman, derhal kendisini toplayarak, idrakini vicdanının unsurları arasında dolaştırması, o zamana kadar iltifat etmediği (yönelmediği) vicdanının üst unsuruna yönelmesi, istekleriyle ona değerler göndermeye başlaması; buna karşılık, alt realiteye ait isteklerini, alışkanlıklarını, arzularını geri plânlara atarak, onları yeni değerlerle beslememesi ve her şeyden önce bunun için lüzumlu ‘cehit’ ve gayretleri göstermesi gerekir. (182) Bunu yaptıkça vicdan dengesi yavaş yavaş üst seviyelerde kurulmaya başlar. (183) Bu gerçekleşince de yeni doğacak daha büyük bir huzur ve mutluluğun neşesi bütün geçmiş mihnet ve meşakkatlerin hepsini siler süpürür. (183) O mihnet ve meşakkatlerden geriye kalan, onların öz varlığa geçmiş bilgileridir ki, bu bilgiler zengin bir inkişaf hamulesi hâlinde, o insanı yüksek tekâmül plânlarına daha ziyade yaklaştırmış bulunur ve aslında insanda huzurun artması da bu hâlin sonucudur. (183)

Bir insanın “dünya kıymetleri idraki” muvacehesinde (yani bir insanın dünyasal kıymetlere bağlı dünya idrâkiyle) yapacağı iş, vicdan düalitesinin “vazifeye yönelik unsuru”nu beslemek, “nefsaniyet unsuru”nu geriye atmak olmalıdır. (115) Çünkü vazife unsuruna değerler eklendikçe vicdan dengesinin ‘öz varlık’taki kazançları hızla yükselecek; fakat nefsaniyet unsurlarına bağlanılıp üst unsurlar ihmal edildiği takdirde, öz bilgilerin artması bu kez başka kanallardan, uzun uzadıya geçirilecek ıstıraplı, zahmetli işlemlerle olacak ve kuşkusuz, otomatik yürüyüşe tâbi olarak yavaşlayacaktır. (115) Şu hâlde inkişaf yolunu kısaltmak ve vicdan mekanizmalarının zahmetli müdahale zaruretlerini mümkün mertebe azaltmak için, bu mekanizmanın üst ve alt unsurlarını birbirinden ayırt edebilecek idrak seviyesine bir an önce ulaşmak lâzımdır, tâ ki üstlere yönelmenin idraki ve cehdi mümkün olabilsin. (115)

Spatyom hayatındaki ıstıraplar

Ölüm-ötesinde, yani ‘spatyom’ hayatı nda kıyas bilgilerinin (Kıyas bilgisi) en mükemmel tatbikatı yapılır. (203) Çünkü varlık bu sırada çevreden gelen realitelerle rahatsız edilmez ve serbestçe çalışan vicdan mekanizması, birikmiş olan bütün bilgilerin acı veya tatlı kıyaslarını yapmak ve onların sonuçlarını öz varlığa maletmek fırsat ve imkânı bulur. (203) Bu sırada ‘beyin hücreleri varlıkları’yla devamlı olarak ilişkide bulunduğundan, o varlıklarda da mevcut olan dünya izlenimlerini toplayarak, onlardan kompozisyonlar yapabilir. (89) Bu faaliyet, genellikle çok ıstıraplı olmakla birlikte, kendisine lüzumlu olan murakabeyi yapma imkânı sağlar. (89)

Bu muhasebe (hesaplaşma) sırasında varlığa çok şaşırtıcı gelebilecek durumlar oluşabilir ki, bu durumlarda varlığın içine düştüğü hale ‘teşevvüş’ denir. (204) Bu murakabe ve muhasebe, her zaman, hatta çoğu zaman rahat ve sakin bir şekilde geçmez. (204) Buna bilhassa ilk intikal devrelerinde, genellikle huzursuzluk, şiddetli ıstırap, azap ve ağır teşevvüş halleri eşlik eder. (204) Muhasebe ve murakabenin zaruret ve icaplarına göre; bu haller bazen ‘cehennem’ azabı denilebilecek derecelere de çıkabilir, az çok rahat haller de görülebilir. (204)

Spatyom hayatı başlayan varlık, dünyadan ve etraftan ‘tesirler’ almayınca, zorunlu olarak kendisinde mevcut imajların izlenimleriyle başbaşa bırakılmış olur ve onların içinde yaşamaya başlar. (204) Bu hal, çok derin ve güçlü bir rüya gibidir. (204) Bu sırada zevk ve ıstıraplar mevcut olsa da, asıl gaye zevk alınması veya ıstırap çekilmesi değil, dünyada elde edilmiş olan kazançların –kıyas bilgileriyle– varlığa maledilmesidir. (204) Bu sırada inkişaf mekanizmasının (vicdanın) ‘vazife plânı’nın kontrolü altında tam bir serbestlikle işleyişi, varlığı, çoğu zaman ıstıraplı olan kıyas bilgileriyle sentez ve analizler yapmaya, zorla (cebrî) sürükler. (204) Ölüm-ötesi hayatta çekilen bu ıstıraplar, ‘şuurdışı’ bilgilerinin muhasebeleri sırasında varlıkların girecekleri kıyas bilgilerinin kıymetli yardımcılarıdır. (125)

Bu sırada kıyasın (Kıyas bilgisi) etkilerini dünyadaki gibi hafifletici çevre tesirleri de artık mevcut olmadığından, kıyastan doğan acı duygular dünyadakinden binlerce defa artmış olarak varlığa azap verirler. (204) İşte şuurdışı bilgileri, ancak bu derece şiddetli bir hesaplaşmadan sonra, hazmedilip ‘öz bilgiler’i oluştururlar. (204)

Dünya hayatları birbirini izlerken öz bilgilerin ve idrakin artmasıyla varlık gitgide inkişaf edip vicdan dengeleri üst kademelerde kurulmaya başladıkça, hesaplaşmaların (muhasebelerin) acı tarafları da gitgide ortadan kalkar. (205)

Istırapların bittiği, bulunmadığı kademe

Sevgi plânı’ndan itibaren ıstırap yoktur. (310, 309, 312, 316) İnsanların Dünya Okulu’nu bitirmelerinden sonra geçecekleri sevgi plânında hastalık, yorgunluk, takatsizlik gibi haller, ağrılar, sancılar, sıkıntılar, ıstıraplar, didinme ve mücadeleler yoktur. (316) Sevgi plânında dünyadakine benzer yoğun maddeler olmadığı için, burada dünyada olduğu gibi yorucu, bezdirici, zahmet ve meşakkat verici, ağır yürüyen faaliyetler yoktur. (315) Dünyadaki cehit ve gayretler esnasında insanların karşılarına daima dikilmekte olan zahmetlerin, sıkıntıların, ıstırapların, elemlerin, azapların, işkencelerin, hastalıkların, ölümlerin hiçbiri, sevgi plânında yoktur. (309, 312) Sevgi plânına geçmiş olan bir insan varlığı, vazifeye hazırlanma safhalarının haşin, ilkel, zor ve ıstıraplı kademelerini zaten dünya hayatına ait uzun devrelerde geçirmiş bulunmaktadır. (310)

Olaylar

Kıyas bilgisi

Spatyom

Nefsaniyet

Realite

Teşevvüş

Büyük kıyasî muhasebe

Vicdan